19 Şubat 2015 Perşembe

1. Trimester Dönemim (İlk 3 ay)

  
Her hamilelik birbirinden tamamen farklıdır. Birbirimize mutlaka sorarız karşılaştırmak için, ama yine de şunu unutmamalıyız ki, hiçbirimizin bedeni, vücudu, sağlığı bir başkasına benzemez. Hatta kimisinin ağrı eşiği daha düşüktür, kimisi ise çok daha acı veren durumlara daha rahat katlanabilir. Bu yüzden yazdığım, yazacağım hiçbir deneyim genel değil, yalnızca bana özeldir.

Hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren ilk yaptığım şeylerden biri "Folic Acid" almak oldu. Çok uzunca bir süre kullandım. Aslında hamile kalmayı planladığınız günden itibaren kullanılması öneriliyor ama ben yine de çok fazla almak istemedim. Hatta doktorum, sonuna kadar, dediyse de belli bir süre sonra kestim. Eskiden "Folic Acid" mi varmış?" dediğinizi duyar gibiyim :) Doğru aslında, yalnız; eskiden bu kadar çok yapay yiyecek, hava kirliliği ve stres yoktu. "Nasıl doğal beslenirim?" sorusu çok fazla sorulmuyordu. Dolayısıyla anne karnındaki korunmasız bebek de, daha kolay gelişebiliyordu. Şimdi ise, hal böyle olunca, dışardan bebeğimiz için destek almak zorunda kalıyoruz.  

Doktorum İskender bey’in hastası olduğumdan beri bana ilk söylediği öğüdü hiç bir zaman aklımdan çıkartmadım. “Hamileliğinin 12. haftasına kadar bekle. O zamana kadar hamile sayılmazsın. Sakın ortalıkta, ben hamileyim, diye gezme!” Bana hamile olduklarını söyleyen tüm arkadaşlarıma aynı şeyi hatırlattım. Çok doğru söylüyordu. Çünkü günümüzde düşük yapabilme ihtimali eskisine oranla daha yaygın. Neredeyse her 10 hamileden 3’ü düşük tehlikesiyle karşı karşıya. Hamileliğin ilk 3 ayında düşük tehlikesi ve bebeğin sağlık durumu aşağı yukarı belli oluyor, bu nedenle de siz siz olun, kendinizi bebek mağazalarından bir süre uzak tutmaya çalışın. Gelen hediyeleri de ister anneninizin evinde biriktirin, isterseniz de kırmadan sonra almak istediğinizi söyleyin. İlk hamileliğimde yaşadığım acı bir anı olduğu için paylaşmak istedim. 

Bir çok hamilede olduğu gibi benim de midem ilk günden itibaren feci şekilde bulanmaya başladı. Üstelik dozu da gittikçe arttı. Bunun sebebi, Beta HCG denilen bir hormonun, normal insanlarda 0-50 IU arasındayken, hamilelerde binlere, hatta yüzbinlere çıkmasıymış. Ne mutfağa girebildim ne de kokulu /kokusuz herhangi bir şey yiyebildim. Hatta biri mutfakta yemek pişirirken evde bile duramadım. Her sabah istisnasız tuvalete gidip kustum :) Midem bulanıyo diyenler varsa aranızda benim yaşadıklarımı okuduğunuzda kendi halinize şükredebilirsiniz bence. 

Sabah uyanır uyanmaz hemen ağzıma bir iki tane çubuk kraker atıyordum, hiç olmazsa birkaç dakika rahat etmemi sağlıyordu. Dişlerimi bile fırçalayamıyordum :( Sabah kahvaltısı etmek ne mümkün, herkes sucuklar, yumurtalar yerken ben salonda koltukta uzanıyor, kahvaltının bitmesini bekliyordum. 

Her öğün benim için işkence gibi geçiyordu ama en rahat dışarıda yemek yiyebiliyordum. Bu yüzden öğlen açık havaya çıkmaya çalışıyordum. Evde kapanıp kalırsam herşey üstüme üstüme geliyordu. En çok yiyebildiğim şeylerden birisi de sarı ve beyaz leblebiydi. Avuç avuç yediğimi hatırladıkça şimdi gülümsüyorum ama o zamanlarda çantamdan asla ayırmadığım acil durum yiyeceğimdi leblebilerim :) Naneli sakızlar ve şekerler de en yakın arkadaşlarımdı o dönem. Bir yere giderken olmazsa olmazlarımdı. Evde unuttuysam ya da alamayacağımız bir yerdeysek, eyvah! Kırmızı alarm ilan ediliyordu ve her iş bırakılıp bana bir market bulunuyordu. Şimdi buraya yazarken anlayabiliyorum eşimin bana ne kadar sabırlı davrandığını. O sanırım harika bir eş ve ‘artık’ baba :)


Gün içinde uyumam yetmezmiş gibi akşamları da çok erkenden uykum geliyordu. İnanır mısınız, uzunca bir süre 19:30’da yattım. Bu yüzden apar topar, akmaz kokmaz bir akşam yemeğinin ardından mışıl mışıl bir uyku çekiyordum sabaha kadar. Ne iyi etmişim, oohhh!!! Şimdi ise; kim uyku dedi??? :) Ama o zamanlar hiç de öyle gelmiyor insana. “Biraz uyku depolayayım, bebeğim doğduğunda ihtiyacım olacak” demiyor insan. Ben yattığımda evdekiler ne konuşacak, televizyonda hangi filmi izleyecek çok merak ediyordum. Aklım onlarda kalıyordu. Hatta eşimle neredeyse görüşemez olmuştuk. Ama her şeyin sonunda iyi bir şeyler olacaktı, artık yavaş yavaş inanıyordum bu yüzden ‘sabır sabır ve sabır’dı…   

“Yemek yiyememem acaba bebeğimi etkiliyor mu?” diye de bir soru geldi aklıma. Ama doktorum, 3 kilodan fazla kilo kaybı olmadıysa sorun olmadığını, bebeğimin bende zaten hali hazırda var olanlardan beslendiğini söyledi. Hatta bir gün bana kızdı bile. “Öyle kendini acındırma, patates ve çubuk kraker yiyebiliyor musun?”, “Evet”, “Tamam o zaman ölmezsin, az kaldı geçecek!”

Ne diyelim? “Peki” deyip bekledim. Sanki insana o anlar hiç bitmeyecek,  sanki hayatı artık bu şekilde değişmiş ve hiç bir şey eskisi gibi olmayacakmış gibi geliyor. Ama her şeyin bir sonu olduğu gibi, o dönemin de var ve bir kaç hafta sonra bambaşka değişikliklere merhaba demeye hazırlanıyor insan. 

Hiç mi güzel bir anı yok 1. trimestr dönemimde? Elbette var, en güzeli,  migrenimin geçmesiydi örneğin. Minik Perim karnımın içinde bana şahane bir iyilik yapmıştı. Çoğu hamilelerin migren ağrıları hamilelik döneminde azalırmış. Benim de aynen öyle oldu. Hatta sonrasında da azaldı diyebilirim. Migren ağrısı çekenler iyi bilirler, hiç bir şeye benzemez! Tüm yaşam kalitenizi etkiler. Ama hamilelik kadın vücudunda bir çok şeyi yenilediği gibi sanırım bu ağrıyı da iyileştirebiliyor.

En zor dönemimdi diyebilirim ilk 3 ay için. Ama her ayın ayrı deneyimleri oldu tabiki. Neye doğru gittiğini bilmediğin bir süreç. Çok meşakatli ama bir o kadar da büyülü ve esrarengiz…


Minik Peri’nin Annesi :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder