3 Nisan 2015 Cuma

3. Trimester Dönemim (Son 3 ay) (Bölüm II)

"Saat" dedi, "7 buçukta orda ol" dedi...
Ve yalnızca bir saat sonra, 8 buçukta...
Ne mi oldu? :)




Sevginize sevgi katmak ister misiniz? Yüreğinizi doluca hissetmek? Yep yeni bir kalp ile tanışmak? Bebeğinize sarılın! Size en yakın kokuya dokunun ve mucizenin farkına tekrar varın! 

Dünyada herhalde başka hiç bir duygu bu kadar anlamlı gelemez bana. Bu kadar içten, kendinden, tüm benliğinle, "benim benim" diyebileceğin... Çocuk sevgisinden bahsediyorum. Benzeri olmayan bu sevgi, isteyen herkesi büyülesin diye dua ediyorum. Dünyaya bir canlı getirebilmek uzun ve meşakatli bir yol. Bunu seçmek ise ancak bir delinin ya da bir annenin yapabileceği bir şey. Bu yüzden cennet anaların ayaklarının altında ya zaten. 

Hiç uzatmayalım, nerede kalmıştım? Hah 8 buçuk!

"Perşembe günü saat 7 buçukta hastanede ol" dedi doktorum. "Riskli bir 9 ay geçirdikten sonra,9 cm'lik bir yol için bebeği riske atmak istemiyorum, sağlıklı, kolay bir doğum olsun" dedi. Aslında başından beri normal doğum yapmak istiyorum diye tutturan ben, nedense bir anda süt dökmüş kediye döndüm ve ne denilirse kabul ettim. Burada belirtmek isterim ki, bu süreçte hiç bir şey için ısrarcı olmamak gerektiğini düşünüyorum, yine önümdeki örnekleri baz alarak. Eğer doktorunuza güveniyorsanız bundan sonrasını da ona bırakmalısınız bence. 

Nitekim ben öyle yaptım. Çok da iyi etmişim. Söz dinleyen hamile ben önde, eşim arkamda saat 8'de ameliyathaneye yollandık. Eşim doğuma kesinlikle girmeyeceğini söylerken kendisini bir anda ameliyatın tam ortasında buluverdi. Çünkü aylarca kontrollerimiz esnasında doktorumuz eşimin benimle doğuma girmesi gerektiğini, hatta  kendisinin birinci asistanı olacağını söyleyerek ikna etti. Sonunda kendisi de koşa koşa benimle bebeğimizi karşılamaya geldi. Yani eşlerinizin bu gibi durumlarda size önceden ne söylediği çok önemli değil. Hamileliğiniz ilerledikçe ve sizin hormonlarınız normale döndükçe onlarınkinde bir değişiklik oluyor, her an fikirleri değişebiliyor. Yani "yok artık, bebeğin altını da değiştiremem" deseler bile! İnanın bana :)

Epiduralli sezeryan oldum ben. Epidural için anestezistinizin çok başarılı oması kesinlikle şart! Sonrasında geri dönüşü zor sonuçlar doğurmaması için bunun araştırmasını iyi yapın derim. Ameliyat masasına otururken benimle sempatik ve içten sohbet eden anestezistim aşama aşama neler yapacağını anlatarak bacaklarımı uyuşturma işlemini başarıyla tamamladı. Başım önüme eğik bir vaziyette bir hemşire yardımıyla dururken belimde önce bir soğukluk, ardından da ince sinek ısırığı gibi bir yanma hissettim. Daha sonrasında beni masaya yatıdılar ve ayaklarım uyuşmaya başladı. Tabii anestezi ne kadar da lokal olsa bedeni tamamiyle etkiliyor. Bu yüzden bende de hafif bir mide bulantısı ve baş dönmesi oldu. Daha sonra konuşa konuşa eşimle birlikte doktorum geldi. Yalnızca 15 dakika sonra da kızımın sağlıklı bir şekilde doğduğunu perdenin arkasında bir alkış koptuğunda anladım. Hemen yıkamaya ve üzerini giydirmeye götürdüler. 

Çok kısa bir süre sonra da yanımıza, koynuma, burnuma getirdiler. Nefesi nefesime deydiğinde taa yüreğime kadar ilkildim. Hislerim dondu. Dünya yalnızca bize aitti sanki. İşte olmuştu! Sonunda başarmıştım. Bebeğimi sağlıkla dünyaya getirebilmiştim. Allah'ım şükürler olsun, artık ben de bir anneyim!!! 


Filmi biraz daha başa sarmak gerekirse; cicili bicili işlerden bahsetmek isterim. Örneğin bebek şekeri. Her yerde düzinelerce seçenek var. Hamile halinizle yaptığınız en keyifli işlerden biri de bu olabilir. Hatta sanki büyük bir iş bağlıyormuş gibi özenle, ısrarla ve son derece üzerine düşerek profesyonelce çalışılıyor genelde bu konu üzerinde. Deli gibi mağaza mağaza dolaşılıyor, her gün, sabah akşam tüm internet siteleri taranıyor, bütün yakınlardan fikirler alınıyor. Dedim ya inanılmaz kapsamlı bir proje sanki. O mu olsun, bu mu olsun? O daha güzel ama bu daha uygun fiyatlı... A aahh!!! 
Şimdi bakıyorum da elimde bir kaç tane kalmış ve evin hangi köşesine koysam da yer kaplamasa diye düşünüyorum. Ama o anda öyle gelmiyor, sanki atomu parçalamak üzereyim :) Vee parçalamayı başarıyorum da! Kendim yapmaya karar veriyorum. İşim ne? İnternetten çok beğendiğim bir tanesi üzerinde çalışarak güzel bir ürün çıkarıyorum ortaya...



Burada yine Melodi girdi devreye :) Minik Peri'nin Teyzesi olarak ona güzel bir hediye vermek istediğini söyledi. Sanırım her hamileye bir tane gerekiyor benim Melodim gibi biri:) Hastane için kapı süsü yaptıralım dedi. Onu da kendi  minik meleği için başarılı internet araştırmalarımız sonucunda bulmuştuk (İsteyenlere web sitesinin adını verebilirim). Kapı süsü deyip geçmeyin. Neler neler yaratabiliyorlar aklınız durur. Teyzesinin bu anlamlı hediyesinin, daha sonra Minik Perim'in odasının bir parçası olmasını istediğim için şu şekilde bir güzellik çıktı ortaya... Teşekkürler Melodi.. yine..



Kendi çalışmalarım bitti mi sandınız? Hayır, boş durmak yok. Kızımın odası için bir şeyler yapmalıyım. Yalnız çok da para harcamamalıyım. Masraflar masraflar... 
Ne zamandır duvar stickerları dikkatimi çekiyordu. Çocuklar için de mutlaka olmalı dedim. Vee tabii ki, şahane, yaratıcı ürünler çıktı karşıma. Seçmekte çok zorlandım. Fiyatları da odaya alacağınız basit süslerden daha uygun. Duvarları bu şekilde süslemek odanın içinde fazla eşya kullanmanızı gerektirmediği gibi bir yandan da dolu gösterir. Bir göz atmanızı tavsiye ederim. İnanın bana kendinizi bilgisayardan alamayacaksınız :)



Belki yazılarımı yalnızca hamileler ya da anneler okumuyordur. En yakın arkadaşları hamile olan ve ona ne gibi hediyeler alacağını, ne gibi sürprizler yapacağını düşünenler de okuyordur. İşte bu yüzden çok değişik bir fikri paylaşmak istiyorum sizinle. En yakın arkadaşlarımdan birinin cin fikri bu :)
Bebek bezlerinden pasta yapmak ve etrafını minik hediyelerle süslemek. Hiç aklınıza gelir miydi? Ve ben o kadar mutlu olmuştum ki gördüğümde. Benim için uğraşmış, hiç üşenmeden o kadar bezi dolamış dolamış... Çok beğendim! Benim için çok özel bir sürpriz olmuştu. Hiç unutamayacağım :)



Cicili bicili süslemelerden, hediyelerden sabaha kadar bahsedebilirim ama hikayenin sonunu anlatayım size;

Bebeğimle birlikte eşimi de odaya, bizi sabırsızlıkla bekleyen tanıdıklarımızın yanına gönderdiler. Doktorum son dikişleri de attığını söyleyerek beni rahatlattı ve işimiz hemen bitti. Sedyeyle odaya geldiğimde allahım herkes Minik Peri'min etrafında pervane olmuş hayretler içinde ona bakıyorlar ve birbirlerine sarılıp ağlıyorlardı. 

Burada annemi anlatmadan geçemeyeceğim. Sonradan bir arkadaşımın çektiği kamera görüntülerinde rastladım; hemşireler bebeğimizi getirdiğinde benim nerede olduğumu tabii ki tek soran kişi annemdi! Ne kadar önemli anneler bizim için. Ne kadar önemliyiz biz, annelerimiz için... Bunun farkına varmalıyız hiç unutmadan, her zaman!

En güzel anlar hiç mi bitmez? O günün her saniyesi çok değerliydi. Gelenler, hediyeler, iyi dilekler, bana yardım edenler, kutlayanlar, herkese herkese çok teşekkür ederim. Hatta eğer o gün, sürç-i lisan ettiysem affola :) 

Epidural ve sezeryan sonrası hiç korktuğum gibi olmadı. Perşembe sabahı bebeğimi doğurup, cuma sabahı evime çıktım. Pazartesi günü de Tunalı Hilmi caddesinde Minik Perim'le geziyorduk :)

Meğer, asıl macera bundan sonraymış...

Sonrasını da sizinle paylaşmak istiyorum. Kızıma bırakacağım bu anılarımda benim şahidim olur musunuz?

Minik Peri'nin Annesi :)









     











11 Mart 2015 Çarşamba

3. Trimester Dönemim (Son 3 ay) (Bölüm I)


Evde mi durmak? O da neymiş? Kocaman göbeğim önde ben arkasında gezmeden gezmeye, dur durak bilmeden, geçtiğimiz 7 ayın acısını çıkartırcasına koştum da koştum…

Şaka bir yana; artık içim daha rahatlamıştı. 7. aydan sonra doğan bebeklerde yaşama oranı çok yüksekti. Ve her geçen gün bebeğim içimde daha çok büyüyordu. Her gün “Oh bugün de benimlesin bebeğim, ne olur zamanında en normal şartlarda dünyaya gel!” diye dua ediyordum. Son haftalara yaklaştığımız bir gün daha şükrediyordum Allah’ıma. 

Karnım büyüdüğü için bel ağrılarım başlamıştı. Dışarıda gezmek için can atsam da belim buna her zaman izin vermiyordu. Bir arkadaşım bu problemime harika bir çözüm buldu. Bel fıtığı problemi olanlar bilirler; belinden göbek altına doğru gelen kalın bir kemer. Cırt cırtları sayesinde kendi vücudunuza göre ayarlayabiliyorsunuz. Hele benim gibi bebeğini biraz aşağıda taşıyanlar için son derece faydalı bir çözüm. Bebek mağazalarında bulabileceğinizi düşünüyorum. Mutlaka öneririm!

Kendime biraz bakmaya bile başlamıştım. Kremlerimi düzenli şekilde en başından beri kullanıyordum (Mustela ve Lierac Çatlak Kremleri), ama yine de göbek deliğimin altında çatlakların oluştuğunu farkettim. İlk gördüğüm anda epey yıkıldım ama daha sonra hiç bir şeyin bebeğimin sağlıkla gelmesinden daha önemli olmadığını düşündüm. Karnım iyice büyüdüğü için artık bir beden büyük kıyafetler seçmeye başlamıştım. Akıllıca yaptığım şeylerden biri de çok fazla hamile kıyafeti almamak oldu. Daha sonra da kullanabileceğim, modeli geniş tünikler, kazaklar seçtim. Yalnız tabii taytlarım hep hamile taytlarıydı. Onlarla o kadar rahat ettim ki anlatamam. Ayak numaram da yarım numara büyümüştü. Hamileliğimin başından beri bana hep sonsuz destek veren ve beni hiç yalnız bırakmayan canım arkadaşım, dostum, bitanecik Melodi, kendi hamileliğinden çok az kullandığı faydalı neyi var neyi yoksa benimle paylaştı. Onun sayesinde ayakkabı işim de hallolmuştu. Çevrenizde sizden daha deneyimli yeni anne arkadaşlarınız varsa ne mutlu size. Onlar size, siz de sizden sonraki hamilelere bu şekilde yardımda bulunursanız en değerli arkadaş olabilirsiniz. 

Yavaş yavaş bebeğime gelen hediyeleri kabul etmeye hazırdım. Katı kuralları biraz daha esneterek, ben bile gezinirken hafiften bebek mağazalarına bakmaya başladım. Yine de son aya kadar acele etmedik. Yalnız bir anımmı paylaşmadan geçemeyeceğim. 

Bir gün bir kargo geldi. İzmir’den geliyordu. İzmir’deki tek can dostum Defne göndermiş. Tahmin edebiliyordum, içinde bebeğime hediyeler vardı. Kurallarımı esnettiğimden beri ilk hediyemizdi. Bebek odası olarak düşündüğmüz odaya oturdum ve teker teker açmaya başladım arkadaşımın gönderdiklerini. Açtıkça gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Hiç durmadan, umarsızca ağlıyordum. Bir sonraki paketi açarken içinden ne çıktığını göremeyecek kadar gözlerim yaşalarla dolmuştu. Neden ağladığımı sormayın. Çünkü ben bile anlayamamıştım. Sonra sonra farkettim ki, aslında ağlamam hediyelere değildi. Kendimi 8 ay boyunca öyle koşullandırmış, öyle sıkmıştım ki bebek eşyalarından uzak tutmaya, bir anda önümdeki bu güzel, minik elbiseleri görünce yaşlar boşalıvermişti işte. Çünkü bebeğimin dünyaya geleceğinin habercisiydi Defne’nin aldıkları. Kızcağız da neye uğradığına şaşırdı tabii ağlamalı sesimle karşılaşınca. Sonra alıştım tabii diğer hediyelere. Baby shower bile yaptım. 


O da yine can dostum Melodi sayesinde oldu. Harika bir organizasyonla en yakın arkadaşlarımızı çağırdık ve kız kıza dışarıda bir cafede gönlümüzce sohbet edip eğlendik. Daha doğrusu yoğunlaşacak günlerimden önceki son rahat kaytarmamdı. 


Böyle bir nefes alma partisini size de öneririm. Çünkü daha sonra arkadaşlarınızla oturmak için uzun süre fırsatınız olmayabilir. Karnınızın büyümesi yüzünden yavaşlayan hareketleriniz, geceleri uyuma problemleriniz ya da kilo aldım diye ettiğiniz şikayetlerin arasında bu parti, gelen hediyelerle moral bulmanızı sağlayabilir. Nitekim benim öyle oldu. Teşekkürler Melodi :)

Devam edecek...


Minik Peri'nin Annesi :)

25 Şubat 2015 Çarşamba

2. Trimester Dönemim (İkinci 3 ay)


Bu dönemin hamileler için en rahat geçen süreç olduğunu söylerler. Çünkü genellikle mide bulantıları biter, hamile olduğunuzu farkedersiniz ve karnınızın içinde “ben burdayım” dercesine minik kıpırtılar başlar. Sokakta insanlar hamile olduğunuzu anlayıp size öncelik tanır, kapıyı açarlar, size yol verirler…

Bu belirtiler normal hamilelik süreci yaşayanlar için bu şekilde seğreder. Ancak benim gibi başından kabullenmesi ve atlatması zor bir olay geçmiş olanlar ise, her anı bir önceki hamileliğiyle bağdaştırır. Nitekim ben de 2. trimester dönemini korkuyla bekliyordum. Malum sebepten dolayı bu dönem benim için en riskli dönemdi. 23. hafta’yı atlatırsam sanki gerisi gelecekti. Sanki herşey 23. hafta’ya bağlıydı. Benim için hamilelik o kadardı ve sağlıklı bir bebeğe kavuşmak imkansız gibi bir şeydi. Yavaş yavaş bu düşünceden arındığımı söylediğimi biliyorum ama yine de insanın kafasının bir köşesinde her zaman bir “acaba” kalıyor. İşte benim “acaba”m da buydu! 

Bu süreci daha farklı atlatabilmem için hem psikolojik destek alıyordum ,hem de doktorum İskender Bey, “serklaj” (Rahim ağzına dikiş) yapılmasını önermişti. Genellikle 12. haftadan sonra yapıldığı için bu dönemi beklemeliydik. Sonunda gelip çatmıştı. Biran önce olmasını çok istiyordum, o benim garantimdi bir nevi. 

Hafif bir narkozla hastanede tamamen uyutulacaktım ve 15-20 dakika sonra uyandığımda herşey bitmiş olacaktı. Hiç korkmadım, resmen koşa koşa gittim dikiş attırmaya :) Bu arada kendimi size biraz anlatmalıyım; ağrı eşiğim, “kedi poposunu görmüş, yaram var demiş”cesine düşük, kan gördüğünde bayılma safhasına gelebilen birisiyimdir. Kan verme işleminde son derece başarısız, günler öncesinden strese giren, yarabandıyla arası hiçbir zaman iyi olmamış bir kişiyim. Ama Allah’ın insana neleri, nasıl öğretebileceği konusunda şaşkına döndüm. Ameliyat masasına güle oynaya yatmam ve uyandığımda hissettiğim ağrıları küçümsemem, etrafımdakilere morali benim vermem, kendimi aştığımı gösteriyordu. Hatta cesurluğum sayesinde, doktorum beni yılın hastası ilan etti. Demek ki bebeğim söz konusu olduğunda ben de bir canavara dönüşebiliyormuşum :) 

Şaka bir yana, bu operasyon güvenli ellerde olduktan sonra çok rahat geçebilen bir operasyon. Tabii biz hastalar için öyle, yoksa iş başındaki cerrah için çok zor ve sıkıntılı bir durum. Ben hocama sonuna kadar güveniyordum. Operasyondan sonra biraz regl ağrısı gibi bir ağrım ve yalnızca bir gün süren bir kanamam oldu o kadar.

Sonunda bebeğim ve ben artık güvendeydik! 


Elbette şehir dışına gitmem yasaktı. Ailem İzmir’de oturduğu için onları çok özlüyor, sık sık gelmeleri için ısrar ediyordum. Çalışmadan yalnızca bebeğimi bekleyerek geçti bu dönemim. Şehir içinde kendi arabamızla bile seyahat ederken kasislerin üzerinden dikkatlice geçiyorduk. Eve tıkılıp kalmak pek bana göre bir şey değil ama arada sırada mecbur kaldım. Örneğin benim için önemli olduğunu düşündüğüm 20 ila 25. haftalar arası daha sakin günler geçirmeye özen gösterdim. Sıkılmadım dersem yalan olur. Özellikle annemin İzmir’den “Biraz daha sabret, bu aralar çıkmasan mı acaba?” şeklindeki uyarıları beni kendime getiriyordu ve “otur oturduğun yerde” diyordum kendime. Tam da kış aylarına denk gelmişti 2. trimester dönemim, bu yüzden dışarısı beni pek de cezbetmiyordu doğrusu.    

3. aydan itibaren "Elevit" denilen bir vitamin takviyesi aldığımı söylemeliyim. Bebekler bu aylarda annelerinin vitamin rezervlerini tüketmeye başladıkları için annelere vitamin desteği şarttır. Hamileliğin sonuna kadar farklı anlamlarda da desteği olmaya devam edecek bu vitaminin. O yüzden almaktan çekinmemenizi öneririm. 

Kabızlık da başlıyor bu dönemde. Hiç canınızı sıkmayın, doktorunuzun takibiyle size önereceği merhem ya da ilacı kullandığınızda problemleriniz oratadan kaybolacaktır. Bunun yanında, ben lifli yiyeceklerle beslenmeye ve daha fazla sıvı tüketmeye gayret ettim. Zaten hiç bir şey kullanmasanız bile kısa bir süre sonra her şey yoluna giriyor. Hamilelik boyunca her an bedeninizde farklılıklar hissediyorsunuz. Hepsi de gelip geçici değişiklikler aslında, ama o anlarda insan tüm bunların kalıcı olacağını ve bir daha düzelmeyeceğini zannedebiliyor. Benim de bu yönde korkularım olmuştu. Fakat dediğim gibi bebeğim dünyaya geldikten hemen sonra her şey ama her şey, teker teker düzene girdi. 

Bu dönemin ilk günlerinde (operasyon olduktan sonrasına denk geliyor), bebeğimizin cinsiyetini öğrendik. Doktorumuzun dediklerine inanamadık. “Kızınız olacak” dedi. Allah’ım doğru mu söylüyordu? Olabilir miydi? Hani imkansız gibi bir şeydi çünkü kız bebeği bulabilmek. Eşimin ailesinde 3 nesildir hep erkek bebekler doğuyordu. Demek ki o kadar çok istemişim. Hatta tüm aile “o kadar!” çok istemiş. Şimdi benim kızım prenses olacaktı, hem de rakipsiz!!! Yalnız şunu da belirtmeliyim; doğup da kız olduğunu görene kadar inanamadım. Acaba doktor yanlış mı gördü diye de bir şüphem bile vardı. O kadar inanamıyordum yani! Hatta sonraki gitmelerimde bir kaç defa onu kızdırmadan “hocam eminsiniz di mi?” diye bile sormuşluğum var :) 

Günler geçtikçe karnımın içindeki kıpırtıları daha da hisseder oldum. Kızımla bağım gittikçe arttı. Bir önceki hamileliğimin sonlandığı günlerde nedendir bilmem hep evde tuttum kendimi. Pek dışarı çıkmak istemedim. Sonunda geçti gitti ve sağlıkla 7. aya ayak bastık.


Minik Peri’nin Annesi :) 

19 Şubat 2015 Perşembe

1. Trimester Dönemim (İlk 3 ay)

  
Her hamilelik birbirinden tamamen farklıdır. Birbirimize mutlaka sorarız karşılaştırmak için, ama yine de şunu unutmamalıyız ki, hiçbirimizin bedeni, vücudu, sağlığı bir başkasına benzemez. Hatta kimisinin ağrı eşiği daha düşüktür, kimisi ise çok daha acı veren durumlara daha rahat katlanabilir. Bu yüzden yazdığım, yazacağım hiçbir deneyim genel değil, yalnızca bana özeldir.

Hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren ilk yaptığım şeylerden biri "Folic Acid" almak oldu. Çok uzunca bir süre kullandım. Aslında hamile kalmayı planladığınız günden itibaren kullanılması öneriliyor ama ben yine de çok fazla almak istemedim. Hatta doktorum, sonuna kadar, dediyse de belli bir süre sonra kestim. Eskiden "Folic Acid" mi varmış?" dediğinizi duyar gibiyim :) Doğru aslında, yalnız; eskiden bu kadar çok yapay yiyecek, hava kirliliği ve stres yoktu. "Nasıl doğal beslenirim?" sorusu çok fazla sorulmuyordu. Dolayısıyla anne karnındaki korunmasız bebek de, daha kolay gelişebiliyordu. Şimdi ise, hal böyle olunca, dışardan bebeğimiz için destek almak zorunda kalıyoruz.  

Doktorum İskender bey’in hastası olduğumdan beri bana ilk söylediği öğüdü hiç bir zaman aklımdan çıkartmadım. “Hamileliğinin 12. haftasına kadar bekle. O zamana kadar hamile sayılmazsın. Sakın ortalıkta, ben hamileyim, diye gezme!” Bana hamile olduklarını söyleyen tüm arkadaşlarıma aynı şeyi hatırlattım. Çok doğru söylüyordu. Çünkü günümüzde düşük yapabilme ihtimali eskisine oranla daha yaygın. Neredeyse her 10 hamileden 3’ü düşük tehlikesiyle karşı karşıya. Hamileliğin ilk 3 ayında düşük tehlikesi ve bebeğin sağlık durumu aşağı yukarı belli oluyor, bu nedenle de siz siz olun, kendinizi bebek mağazalarından bir süre uzak tutmaya çalışın. Gelen hediyeleri de ister anneninizin evinde biriktirin, isterseniz de kırmadan sonra almak istediğinizi söyleyin. İlk hamileliğimde yaşadığım acı bir anı olduğu için paylaşmak istedim. 

Bir çok hamilede olduğu gibi benim de midem ilk günden itibaren feci şekilde bulanmaya başladı. Üstelik dozu da gittikçe arttı. Bunun sebebi, Beta HCG denilen bir hormonun, normal insanlarda 0-50 IU arasındayken, hamilelerde binlere, hatta yüzbinlere çıkmasıymış. Ne mutfağa girebildim ne de kokulu /kokusuz herhangi bir şey yiyebildim. Hatta biri mutfakta yemek pişirirken evde bile duramadım. Her sabah istisnasız tuvalete gidip kustum :) Midem bulanıyo diyenler varsa aranızda benim yaşadıklarımı okuduğunuzda kendi halinize şükredebilirsiniz bence. 

Sabah uyanır uyanmaz hemen ağzıma bir iki tane çubuk kraker atıyordum, hiç olmazsa birkaç dakika rahat etmemi sağlıyordu. Dişlerimi bile fırçalayamıyordum :( Sabah kahvaltısı etmek ne mümkün, herkes sucuklar, yumurtalar yerken ben salonda koltukta uzanıyor, kahvaltının bitmesini bekliyordum. 

Her öğün benim için işkence gibi geçiyordu ama en rahat dışarıda yemek yiyebiliyordum. Bu yüzden öğlen açık havaya çıkmaya çalışıyordum. Evde kapanıp kalırsam herşey üstüme üstüme geliyordu. En çok yiyebildiğim şeylerden birisi de sarı ve beyaz leblebiydi. Avuç avuç yediğimi hatırladıkça şimdi gülümsüyorum ama o zamanlarda çantamdan asla ayırmadığım acil durum yiyeceğimdi leblebilerim :) Naneli sakızlar ve şekerler de en yakın arkadaşlarımdı o dönem. Bir yere giderken olmazsa olmazlarımdı. Evde unuttuysam ya da alamayacağımız bir yerdeysek, eyvah! Kırmızı alarm ilan ediliyordu ve her iş bırakılıp bana bir market bulunuyordu. Şimdi buraya yazarken anlayabiliyorum eşimin bana ne kadar sabırlı davrandığını. O sanırım harika bir eş ve ‘artık’ baba :)


Gün içinde uyumam yetmezmiş gibi akşamları da çok erkenden uykum geliyordu. İnanır mısınız, uzunca bir süre 19:30’da yattım. Bu yüzden apar topar, akmaz kokmaz bir akşam yemeğinin ardından mışıl mışıl bir uyku çekiyordum sabaha kadar. Ne iyi etmişim, oohhh!!! Şimdi ise; kim uyku dedi??? :) Ama o zamanlar hiç de öyle gelmiyor insana. “Biraz uyku depolayayım, bebeğim doğduğunda ihtiyacım olacak” demiyor insan. Ben yattığımda evdekiler ne konuşacak, televizyonda hangi filmi izleyecek çok merak ediyordum. Aklım onlarda kalıyordu. Hatta eşimle neredeyse görüşemez olmuştuk. Ama her şeyin sonunda iyi bir şeyler olacaktı, artık yavaş yavaş inanıyordum bu yüzden ‘sabır sabır ve sabır’dı…   

“Yemek yiyememem acaba bebeğimi etkiliyor mu?” diye de bir soru geldi aklıma. Ama doktorum, 3 kilodan fazla kilo kaybı olmadıysa sorun olmadığını, bebeğimin bende zaten hali hazırda var olanlardan beslendiğini söyledi. Hatta bir gün bana kızdı bile. “Öyle kendini acındırma, patates ve çubuk kraker yiyebiliyor musun?”, “Evet”, “Tamam o zaman ölmezsin, az kaldı geçecek!”

Ne diyelim? “Peki” deyip bekledim. Sanki insana o anlar hiç bitmeyecek,  sanki hayatı artık bu şekilde değişmiş ve hiç bir şey eskisi gibi olmayacakmış gibi geliyor. Ama her şeyin bir sonu olduğu gibi, o dönemin de var ve bir kaç hafta sonra bambaşka değişikliklere merhaba demeye hazırlanıyor insan. 

Hiç mi güzel bir anı yok 1. trimestr dönemimde? Elbette var, en güzeli,  migrenimin geçmesiydi örneğin. Minik Perim karnımın içinde bana şahane bir iyilik yapmıştı. Çoğu hamilelerin migren ağrıları hamilelik döneminde azalırmış. Benim de aynen öyle oldu. Hatta sonrasında da azaldı diyebilirim. Migren ağrısı çekenler iyi bilirler, hiç bir şeye benzemez! Tüm yaşam kalitenizi etkiler. Ama hamilelik kadın vücudunda bir çok şeyi yenilediği gibi sanırım bu ağrıyı da iyileştirebiliyor.

En zor dönemimdi diyebilirim ilk 3 ay için. Ama her ayın ayrı deneyimleri oldu tabiki. Neye doğru gittiğini bilmediğin bir süreç. Çok meşakatli ama bir o kadar da büyülü ve esrarengiz…


Minik Peri’nin Annesi :)

17 Şubat 2015 Salı

#️⃣özgecaniçin


Bir kaç gündür bir şey yazasım yok. Haberleri sindirmeye çalışıyorum. Çok zor, yapamıyorum. Uyuyamıyorum. Gülümseyemiyorum. En acısı da ne biliyor musunuz; kızımı doyasıya sevemiyorum. Çünkü utanıyorum. Çünkü benim ülkemde, bir yerde, bir anne kızına haksızca yapılanlardan sonra, ona dokunamazken, ben nasıl olur da kucağımdaki kızımı doyasıya severim. Ondan özür dilercesine yalnızca bakıyorum kızıma ve dua üzerine dua okuyorum. Hem Türkiye'nin ağladığı anne babaya sabır diliyorum -ki nasıl olacaksa?-, hem de yavrum için Allah'tan "kötülerden ve kötülüklerden korunma" diliyorum. 

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Şeytanın insan kılığında etrafımızda dolaştığı, haksızlıklar üzerine haksızlıkların yapıldığı, insanların yalnızca ve yalnızca kendilerini düşündüğü, özgürlüğün kısıtlandığı, vahşetlerin ardı arkadasının kesilmediği bir dünya... Sevginin azaldığı, gülen yüzün neredeyse yok olduğu, konuşarak anlaşmanın sınırlı sayıda kaldığı bir dünya...

Tüm ülke ağlıyor. Acaba kaç gün daha ağlayacak merak ediyorum. Her zaman böyle olmuyor mu? En fazla bir hafta haberlerde yaşatılır, daha sonra yine ülkenin üzerindeki kara bulutlar gündemi değiştirir. 

Özgecan, medyaya yansımış haberlerden biri olduğu için bu kadar canımızı acıttı. Bizim ülkemizde bırakın kadına değer verilmesini, insana insan muamelesi bile yapılmıyor. Bilmediğimiz her gün, çocuk yaşta kızlar evlendiriliyor, hamile kadınlar şiddet görüyor, erkek çocuklarına tacizler yapılıyor.  


Sevgili Minik Perim;

Özür dilerim kızım, çok özür dilerim... Seni güzel bir dünyaya getiremediğim için özür dilerim. Seni canavarların yaşadığı, özgürlüğün olmadığı, yaşamın değersizleştirildiği bir dünyaya getirdiğim için çok ama çok özür dilerim....

Minik Peri'nin Annesi :( 
   

13 Şubat 2015 Cuma

Bir dikişte Bitti! (Bölüm II)

En önemlisi kendimi rahat ve güvende hissetmemdi. Beni deney tahtası gibi kullanmayacak, deneyim ve ön sezileriyle işini yapan birine ihtiyacım vardı. İskender Hoca, tam da aradığım kişiydi. Gözümden anlıyordu beni. Konuşmama bile gerek kalmadan çözüveriyordu durumu. Eh tabii hikayeyi yine kısmen anlattık. Yüzünü ekşiterek dinledi bizi. Mahkeme duvarı gibi soğuk ve duygusuz değildi. Bizim aileden biriydi. Çok üzüldü yaşadıklarımıza.

Beni muayene ettikten sonra, 4 yıl önce neden erken doğum yaptığımı açıkladı hemen. Servikal Yetmezlik. Genellikle genetik nedenlere bağlı bir durummuş. Rahim ağzının geniş olmasıymış. Gebelik esnasında bebek büyüdükçe ve rahme baskı yapmaya başladıkça vücut doğuma hazırlanıyor, böylece doğum başlıyormuş. Bu rahatsızlık ilk gebelikte kolay anlaşılabilen bir durum değilmiş.

Tedavisi, gebeliğin 12.hafta civarında rahme dikiş atmakmış. Peki garanti mi? Doktorumuza göre her dikiş tutmayabilirmiş. Dikişin kalitesi ve cerrah bu noktada çok önemliymiş. Tabii gebe de “oh nasıl olsa dikişim var bebeğimi tutan” deyip fıldır fıldır gezmemeliymiş. 

Yıllar önce teyzemin de hamileliğinin 5. ayında erken doğum yaptığını hatırladık. Tam sebebini bilmese de benim durumuma benzer bir durum olduğunu düşünüyoruz. İkinci kez hamile kaldığında ise 9 ay boyunca ayaklarını dikip yatmış! Hem de iki kere! Ne büyük fedakarlık ey güzel Allah’ım! 


Genetik mirası asla es geçmemek gerekiyor. Ailelerimizden bize geçebilecek her türlü rahatsızlığı önceden bilip ona göre önlemini almak zorundayız. Kendimizi ve çocuklarımızı seviyorsak eğer, bu onlara verebileceğimiz en büyük hediye. 

Ben dikiş yaptırmayı kabul ettim. Hatta bir an önce yapılması için doktorumu zorladım. Çünkü elimde bir garantim olsun istiyordum. Diğer hamileliğimden bir farkı olacaktı ve daha güçlü olacaktım. Çok hafif verilen bir narkozla genel anestezi oldum ve yarım saat içinde herşey bitmiş ve geçmişti. Ne öncesinde ne de sonrasında hiç bir şey hissetmedim. Hamileyken narkoz alımı elbette çok sağlıklı bir durum değil. Yalnız benim durumumda biraz nimet-külfet dengesi yapmanız gerekiyor. 

Başarılı operasyondan sonra, ayda iki kez İskender Hoca’ma sonsuz güvenerek gittim. Her gidişimde beni çok rahatlattı. Sizi anlayan bir kadın doğum uzmanınızın olması inanılmaz güzel bir şey. Onu bulduğumuz için ben ve eşim çok şanslıyız. Çünkü beni ikna ettiği gibi eşimin de kalbini fethetti hacamız :) Her kontrolümüzde en özel hastası olduğumu hissettirdi bana. Hamileliğimin çok güzel gittiğini, herhangi bir sıkıntı olmadığını, benim çok kuvvetli olduğumu, bu işi hepbirlikte mutlaka başaracağımızı, sonuna kadar gideceğimize emin olduğunu her fırsatta dile getirdi. Eşimle birlikte muayenehanesinden her defasında yüklerimizden arınmış bir şekilde gülümseyerek çıkıyorduk. 

Aylar geçtikçe koşa koşa gidiyordum bebeğimden haberler almaya ve hep gülümseyerek çıkıyordum. Benim hamileliğim esnasında annesini kaybetti biliyor musunuz? Ama buna karşın o güleryüzünü ve güven telkin edici babacan tavrını hiç bozmadan karşıladı bizi. “Aman ha çocuklar, kışa dikkat edin, çok acayip bir virüs var, nolur kalabalık yerlerden uzak durun, direk bebeği etkiler!” şeklindeki öğütlerini hiç unutmuyorum.

Ona bu blogda daha fazla yer vermeliyim. Çünkü bebeğimin şuanda benimle birlikte sağlıklı bir şekilde büyüyor olmasının en büyük yardımcılarından biridir İskender Hocam!


Yardımcı demişken, bir diğer büyük yardımcım da Sema Hanım’dır. Psikoloğum. Hani demiştim ya bu işin altından tek başıma kalkamayacağıma karar verdim diye, işte bu farkındalığımın sonrasında da bu konuda profesyonelleşmiş birisini aramaya başladım. Daha önceleri 7 denemem olmuştu. Evet evet 7 kere bu başıma gelen talihsiz olayı anlatmak ve her defasında da hıçkırıklara boğulmak zorunda kalmıştım. 

Çok değer verdiğim bir arkadaşım, hayatımın en önemli yerinde, çoğu zaman yaptığı gibi, bana yine bir el uzattı ve çıkmama yardımcı oldu içinde boğulmaya başladığım bu yoğun ve karmaşık duygulardan. Sema Hanım’la o tanıştırdı beni. 

Anne ve çocuk psikolojisi üzerine uzmanlaşmış olan Sema Hanım’a ilk ay haftada iki kere gittim. Sonra görüşmelerimiz daha seğrekleşti benim ilerleme kaydetmeme göre. Hamile olduğum için çok kolay değildi işi. Beni rahatlatabilmesi için önce çözmesi gerekiyordu. Ancak bebeğim içimde, hissettiğim her duyguyu, yaşadığım her üzüntüyü algılayabildiği için çok dikkatli davrandı danışmanım Sema Hanım bize. “Anneler benim için çok kutsaldır” dedi her gittiğimde. Tabii sonra öğrendim, kendisinin anne olamadığını, ve hiçbir zaman olamayacağını. Belki de bu yüzden uzmanlaşmak istediği alan bu yönde oldu, kim bilir? Ama kullandığı yöntemler ve sıcak kanlılığı sayesinde Minik Perim’i el birliğiyle sağlıklı bir şekilde dünyaya getirdik. Benim kızım onun da kızı sayılır artık. Karnımdayken tanıştığı Sema Teyze’sini her fırsatta ziyaret ediyoruz en güzel giysilerimizi giyerek :) 

İşte daha önce de söylediğim gibi, “Ben şimdi ne yapacağım?” şeklindeki endişleli bekleyişime bu şekilde son verdim. Ben bu bebeği istiyordum ve yine aynı şeyleri yaşamaktan çok korkuyordum. Bu yüzden neler yapabileceğimi düşündüm. İmkanlarımın el verdiği ölçüde ve çevremdekilere kulak vererek, beni 9 ay ayakta tutan etmenlere/kişilere ulaştım. Yardımlarımı aldım ve 39+5 haftalıkken Minik Perim’i sezeryanla dünyaya getirdim. 

Dikiş mi? Normal doğum yapmadığım için dikişler hala benimle :) 


Minik Peri’nin Annesi :)

12 Şubat 2015 Perşembe

Bir Dikişte Bitti! (Bölüm I)

Hani herşey Debbie Maccomber’ın Mucizeler Dükkanı isimli kitabı ile başlamıştı ya, işte onun ardından mucizelerle dolu günlerle de devam etti.

Hamile olduğumu öğrendim!!! 


Bu sefer şaşkın değil, endişeliydim. Evet ben ne yapacaktım? Nasıl koskocaman bir 40 hafta geçirecektim? Hatta geçirebilecek miydim? Çünkü hamilelik benim için 23 haftaydı. Gerisi imkansızdı. Boşluktu. Yoktu. Kimse beni inandıramazdı sonuna kadar gideceğime. Bir yandan çok mutluydum, bir yandan da “Ya yine aynı şeyleri yaşarsam?” sorusu hep kafamdaydı. 23 hafta boyunca her gün ama her gün sordum bu soruyu Allah’ıma. Fakat bu sefer daha farklı bir şekilde bekledim cevabımı. Nasıl mı? Anlatayım…

İnsan psikolojisinin bireyi ve yaşantısını değiştirebileceğine inananlardanım. Neyi, nasıl istersek, nasıl dilersek bir şekilde bize geri döner diye düşünüyorum. Kendi hayatımızı cennete de cehenneme de  biz çeviririz. 

Ben de kendi kendime şöyle düşündüm; belki bir daha aynı şeyleri yaşamayabilirim. Neden karnımdaki bu bebeği o düşüncelere ve korkulara mahkum edeyim ki? Onu, hiç bir suçu yokken endişelerimle boğmamalıyım. Bu yüzden, ya kendi başıma ya da profesyonel bir yardım alarak 9 ayı akıl sağlığım yerinde bir şekilde atlatmaya karar verdim. Kendimi yoklama sürecim kısa sürdü çünkü, hamileliğin de getirdiği hormonal dengesizlikle birlikte, bu işin altından tek başıma kalkamayacağımı anladım. Bu konudan bir sonraki yazımda bahsettim.

En önemli araştırmalarımızdan biri de, bir kadın doğum uzmanıydı. Tanıdık tanımadık herkese sorduk, internetten araştırdık, daha öncekileri gözden geçirdik… Burada malesef maddiyat da önemli noktalardan biri. Eğer her şey yolunda giderse 9 ay boyunca ve tabii sonrasındaki doğumu karşılayabileceğimiz bir doktor bulmalıydık.

İşte o günlerden birinde çok sevdiğim bir arkadaşım kuzeninin kadın doğum uzmanını tavsiye etti. İki düşük ardından başarılı bir doğum yapmıştı kuzeni. Doktorunu anlata anlata bitiremedi. İnternetten araştırdık ve riskli gebelikler konusunda da çok uzman bir doktor olduğunu öğrendik. O hafta birkaç doktordan randevu almıştık. İlki o doktordu. 

Sonuncusu da o oldu :)

Devam Edecek...

Minik Peri'nin Annesi :)