25 Şubat 2015 Çarşamba

2. Trimester Dönemim (İkinci 3 ay)


Bu dönemin hamileler için en rahat geçen süreç olduğunu söylerler. Çünkü genellikle mide bulantıları biter, hamile olduğunuzu farkedersiniz ve karnınızın içinde “ben burdayım” dercesine minik kıpırtılar başlar. Sokakta insanlar hamile olduğunuzu anlayıp size öncelik tanır, kapıyı açarlar, size yol verirler…

Bu belirtiler normal hamilelik süreci yaşayanlar için bu şekilde seğreder. Ancak benim gibi başından kabullenmesi ve atlatması zor bir olay geçmiş olanlar ise, her anı bir önceki hamileliğiyle bağdaştırır. Nitekim ben de 2. trimester dönemini korkuyla bekliyordum. Malum sebepten dolayı bu dönem benim için en riskli dönemdi. 23. hafta’yı atlatırsam sanki gerisi gelecekti. Sanki herşey 23. hafta’ya bağlıydı. Benim için hamilelik o kadardı ve sağlıklı bir bebeğe kavuşmak imkansız gibi bir şeydi. Yavaş yavaş bu düşünceden arındığımı söylediğimi biliyorum ama yine de insanın kafasının bir köşesinde her zaman bir “acaba” kalıyor. İşte benim “acaba”m da buydu! 

Bu süreci daha farklı atlatabilmem için hem psikolojik destek alıyordum ,hem de doktorum İskender Bey, “serklaj” (Rahim ağzına dikiş) yapılmasını önermişti. Genellikle 12. haftadan sonra yapıldığı için bu dönemi beklemeliydik. Sonunda gelip çatmıştı. Biran önce olmasını çok istiyordum, o benim garantimdi bir nevi. 

Hafif bir narkozla hastanede tamamen uyutulacaktım ve 15-20 dakika sonra uyandığımda herşey bitmiş olacaktı. Hiç korkmadım, resmen koşa koşa gittim dikiş attırmaya :) Bu arada kendimi size biraz anlatmalıyım; ağrı eşiğim, “kedi poposunu görmüş, yaram var demiş”cesine düşük, kan gördüğünde bayılma safhasına gelebilen birisiyimdir. Kan verme işleminde son derece başarısız, günler öncesinden strese giren, yarabandıyla arası hiçbir zaman iyi olmamış bir kişiyim. Ama Allah’ın insana neleri, nasıl öğretebileceği konusunda şaşkına döndüm. Ameliyat masasına güle oynaya yatmam ve uyandığımda hissettiğim ağrıları küçümsemem, etrafımdakilere morali benim vermem, kendimi aştığımı gösteriyordu. Hatta cesurluğum sayesinde, doktorum beni yılın hastası ilan etti. Demek ki bebeğim söz konusu olduğunda ben de bir canavara dönüşebiliyormuşum :) 

Şaka bir yana, bu operasyon güvenli ellerde olduktan sonra çok rahat geçebilen bir operasyon. Tabii biz hastalar için öyle, yoksa iş başındaki cerrah için çok zor ve sıkıntılı bir durum. Ben hocama sonuna kadar güveniyordum. Operasyondan sonra biraz regl ağrısı gibi bir ağrım ve yalnızca bir gün süren bir kanamam oldu o kadar.

Sonunda bebeğim ve ben artık güvendeydik! 


Elbette şehir dışına gitmem yasaktı. Ailem İzmir’de oturduğu için onları çok özlüyor, sık sık gelmeleri için ısrar ediyordum. Çalışmadan yalnızca bebeğimi bekleyerek geçti bu dönemim. Şehir içinde kendi arabamızla bile seyahat ederken kasislerin üzerinden dikkatlice geçiyorduk. Eve tıkılıp kalmak pek bana göre bir şey değil ama arada sırada mecbur kaldım. Örneğin benim için önemli olduğunu düşündüğüm 20 ila 25. haftalar arası daha sakin günler geçirmeye özen gösterdim. Sıkılmadım dersem yalan olur. Özellikle annemin İzmir’den “Biraz daha sabret, bu aralar çıkmasan mı acaba?” şeklindeki uyarıları beni kendime getiriyordu ve “otur oturduğun yerde” diyordum kendime. Tam da kış aylarına denk gelmişti 2. trimester dönemim, bu yüzden dışarısı beni pek de cezbetmiyordu doğrusu.    

3. aydan itibaren "Elevit" denilen bir vitamin takviyesi aldığımı söylemeliyim. Bebekler bu aylarda annelerinin vitamin rezervlerini tüketmeye başladıkları için annelere vitamin desteği şarttır. Hamileliğin sonuna kadar farklı anlamlarda da desteği olmaya devam edecek bu vitaminin. O yüzden almaktan çekinmemenizi öneririm. 

Kabızlık da başlıyor bu dönemde. Hiç canınızı sıkmayın, doktorunuzun takibiyle size önereceği merhem ya da ilacı kullandığınızda problemleriniz oratadan kaybolacaktır. Bunun yanında, ben lifli yiyeceklerle beslenmeye ve daha fazla sıvı tüketmeye gayret ettim. Zaten hiç bir şey kullanmasanız bile kısa bir süre sonra her şey yoluna giriyor. Hamilelik boyunca her an bedeninizde farklılıklar hissediyorsunuz. Hepsi de gelip geçici değişiklikler aslında, ama o anlarda insan tüm bunların kalıcı olacağını ve bir daha düzelmeyeceğini zannedebiliyor. Benim de bu yönde korkularım olmuştu. Fakat dediğim gibi bebeğim dünyaya geldikten hemen sonra her şey ama her şey, teker teker düzene girdi. 

Bu dönemin ilk günlerinde (operasyon olduktan sonrasına denk geliyor), bebeğimizin cinsiyetini öğrendik. Doktorumuzun dediklerine inanamadık. “Kızınız olacak” dedi. Allah’ım doğru mu söylüyordu? Olabilir miydi? Hani imkansız gibi bir şeydi çünkü kız bebeği bulabilmek. Eşimin ailesinde 3 nesildir hep erkek bebekler doğuyordu. Demek ki o kadar çok istemişim. Hatta tüm aile “o kadar!” çok istemiş. Şimdi benim kızım prenses olacaktı, hem de rakipsiz!!! Yalnız şunu da belirtmeliyim; doğup da kız olduğunu görene kadar inanamadım. Acaba doktor yanlış mı gördü diye de bir şüphem bile vardı. O kadar inanamıyordum yani! Hatta sonraki gitmelerimde bir kaç defa onu kızdırmadan “hocam eminsiniz di mi?” diye bile sormuşluğum var :) 

Günler geçtikçe karnımın içindeki kıpırtıları daha da hisseder oldum. Kızımla bağım gittikçe arttı. Bir önceki hamileliğimin sonlandığı günlerde nedendir bilmem hep evde tuttum kendimi. Pek dışarı çıkmak istemedim. Sonunda geçti gitti ve sağlıkla 7. aya ayak bastık.


Minik Peri’nin Annesi :) 

19 Şubat 2015 Perşembe

1. Trimester Dönemim (İlk 3 ay)

  
Her hamilelik birbirinden tamamen farklıdır. Birbirimize mutlaka sorarız karşılaştırmak için, ama yine de şunu unutmamalıyız ki, hiçbirimizin bedeni, vücudu, sağlığı bir başkasına benzemez. Hatta kimisinin ağrı eşiği daha düşüktür, kimisi ise çok daha acı veren durumlara daha rahat katlanabilir. Bu yüzden yazdığım, yazacağım hiçbir deneyim genel değil, yalnızca bana özeldir.

Hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren ilk yaptığım şeylerden biri "Folic Acid" almak oldu. Çok uzunca bir süre kullandım. Aslında hamile kalmayı planladığınız günden itibaren kullanılması öneriliyor ama ben yine de çok fazla almak istemedim. Hatta doktorum, sonuna kadar, dediyse de belli bir süre sonra kestim. Eskiden "Folic Acid" mi varmış?" dediğinizi duyar gibiyim :) Doğru aslında, yalnız; eskiden bu kadar çok yapay yiyecek, hava kirliliği ve stres yoktu. "Nasıl doğal beslenirim?" sorusu çok fazla sorulmuyordu. Dolayısıyla anne karnındaki korunmasız bebek de, daha kolay gelişebiliyordu. Şimdi ise, hal böyle olunca, dışardan bebeğimiz için destek almak zorunda kalıyoruz.  

Doktorum İskender bey’in hastası olduğumdan beri bana ilk söylediği öğüdü hiç bir zaman aklımdan çıkartmadım. “Hamileliğinin 12. haftasına kadar bekle. O zamana kadar hamile sayılmazsın. Sakın ortalıkta, ben hamileyim, diye gezme!” Bana hamile olduklarını söyleyen tüm arkadaşlarıma aynı şeyi hatırlattım. Çok doğru söylüyordu. Çünkü günümüzde düşük yapabilme ihtimali eskisine oranla daha yaygın. Neredeyse her 10 hamileden 3’ü düşük tehlikesiyle karşı karşıya. Hamileliğin ilk 3 ayında düşük tehlikesi ve bebeğin sağlık durumu aşağı yukarı belli oluyor, bu nedenle de siz siz olun, kendinizi bebek mağazalarından bir süre uzak tutmaya çalışın. Gelen hediyeleri de ister anneninizin evinde biriktirin, isterseniz de kırmadan sonra almak istediğinizi söyleyin. İlk hamileliğimde yaşadığım acı bir anı olduğu için paylaşmak istedim. 

Bir çok hamilede olduğu gibi benim de midem ilk günden itibaren feci şekilde bulanmaya başladı. Üstelik dozu da gittikçe arttı. Bunun sebebi, Beta HCG denilen bir hormonun, normal insanlarda 0-50 IU arasındayken, hamilelerde binlere, hatta yüzbinlere çıkmasıymış. Ne mutfağa girebildim ne de kokulu /kokusuz herhangi bir şey yiyebildim. Hatta biri mutfakta yemek pişirirken evde bile duramadım. Her sabah istisnasız tuvalete gidip kustum :) Midem bulanıyo diyenler varsa aranızda benim yaşadıklarımı okuduğunuzda kendi halinize şükredebilirsiniz bence. 

Sabah uyanır uyanmaz hemen ağzıma bir iki tane çubuk kraker atıyordum, hiç olmazsa birkaç dakika rahat etmemi sağlıyordu. Dişlerimi bile fırçalayamıyordum :( Sabah kahvaltısı etmek ne mümkün, herkes sucuklar, yumurtalar yerken ben salonda koltukta uzanıyor, kahvaltının bitmesini bekliyordum. 

Her öğün benim için işkence gibi geçiyordu ama en rahat dışarıda yemek yiyebiliyordum. Bu yüzden öğlen açık havaya çıkmaya çalışıyordum. Evde kapanıp kalırsam herşey üstüme üstüme geliyordu. En çok yiyebildiğim şeylerden birisi de sarı ve beyaz leblebiydi. Avuç avuç yediğimi hatırladıkça şimdi gülümsüyorum ama o zamanlarda çantamdan asla ayırmadığım acil durum yiyeceğimdi leblebilerim :) Naneli sakızlar ve şekerler de en yakın arkadaşlarımdı o dönem. Bir yere giderken olmazsa olmazlarımdı. Evde unuttuysam ya da alamayacağımız bir yerdeysek, eyvah! Kırmızı alarm ilan ediliyordu ve her iş bırakılıp bana bir market bulunuyordu. Şimdi buraya yazarken anlayabiliyorum eşimin bana ne kadar sabırlı davrandığını. O sanırım harika bir eş ve ‘artık’ baba :)


Gün içinde uyumam yetmezmiş gibi akşamları da çok erkenden uykum geliyordu. İnanır mısınız, uzunca bir süre 19:30’da yattım. Bu yüzden apar topar, akmaz kokmaz bir akşam yemeğinin ardından mışıl mışıl bir uyku çekiyordum sabaha kadar. Ne iyi etmişim, oohhh!!! Şimdi ise; kim uyku dedi??? :) Ama o zamanlar hiç de öyle gelmiyor insana. “Biraz uyku depolayayım, bebeğim doğduğunda ihtiyacım olacak” demiyor insan. Ben yattığımda evdekiler ne konuşacak, televizyonda hangi filmi izleyecek çok merak ediyordum. Aklım onlarda kalıyordu. Hatta eşimle neredeyse görüşemez olmuştuk. Ama her şeyin sonunda iyi bir şeyler olacaktı, artık yavaş yavaş inanıyordum bu yüzden ‘sabır sabır ve sabır’dı…   

“Yemek yiyememem acaba bebeğimi etkiliyor mu?” diye de bir soru geldi aklıma. Ama doktorum, 3 kilodan fazla kilo kaybı olmadıysa sorun olmadığını, bebeğimin bende zaten hali hazırda var olanlardan beslendiğini söyledi. Hatta bir gün bana kızdı bile. “Öyle kendini acındırma, patates ve çubuk kraker yiyebiliyor musun?”, “Evet”, “Tamam o zaman ölmezsin, az kaldı geçecek!”

Ne diyelim? “Peki” deyip bekledim. Sanki insana o anlar hiç bitmeyecek,  sanki hayatı artık bu şekilde değişmiş ve hiç bir şey eskisi gibi olmayacakmış gibi geliyor. Ama her şeyin bir sonu olduğu gibi, o dönemin de var ve bir kaç hafta sonra bambaşka değişikliklere merhaba demeye hazırlanıyor insan. 

Hiç mi güzel bir anı yok 1. trimestr dönemimde? Elbette var, en güzeli,  migrenimin geçmesiydi örneğin. Minik Perim karnımın içinde bana şahane bir iyilik yapmıştı. Çoğu hamilelerin migren ağrıları hamilelik döneminde azalırmış. Benim de aynen öyle oldu. Hatta sonrasında da azaldı diyebilirim. Migren ağrısı çekenler iyi bilirler, hiç bir şeye benzemez! Tüm yaşam kalitenizi etkiler. Ama hamilelik kadın vücudunda bir çok şeyi yenilediği gibi sanırım bu ağrıyı da iyileştirebiliyor.

En zor dönemimdi diyebilirim ilk 3 ay için. Ama her ayın ayrı deneyimleri oldu tabiki. Neye doğru gittiğini bilmediğin bir süreç. Çok meşakatli ama bir o kadar da büyülü ve esrarengiz…


Minik Peri’nin Annesi :)

17 Şubat 2015 Salı

#️⃣özgecaniçin


Bir kaç gündür bir şey yazasım yok. Haberleri sindirmeye çalışıyorum. Çok zor, yapamıyorum. Uyuyamıyorum. Gülümseyemiyorum. En acısı da ne biliyor musunuz; kızımı doyasıya sevemiyorum. Çünkü utanıyorum. Çünkü benim ülkemde, bir yerde, bir anne kızına haksızca yapılanlardan sonra, ona dokunamazken, ben nasıl olur da kucağımdaki kızımı doyasıya severim. Ondan özür dilercesine yalnızca bakıyorum kızıma ve dua üzerine dua okuyorum. Hem Türkiye'nin ağladığı anne babaya sabır diliyorum -ki nasıl olacaksa?-, hem de yavrum için Allah'tan "kötülerden ve kötülüklerden korunma" diliyorum. 

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Şeytanın insan kılığında etrafımızda dolaştığı, haksızlıklar üzerine haksızlıkların yapıldığı, insanların yalnızca ve yalnızca kendilerini düşündüğü, özgürlüğün kısıtlandığı, vahşetlerin ardı arkadasının kesilmediği bir dünya... Sevginin azaldığı, gülen yüzün neredeyse yok olduğu, konuşarak anlaşmanın sınırlı sayıda kaldığı bir dünya...

Tüm ülke ağlıyor. Acaba kaç gün daha ağlayacak merak ediyorum. Her zaman böyle olmuyor mu? En fazla bir hafta haberlerde yaşatılır, daha sonra yine ülkenin üzerindeki kara bulutlar gündemi değiştirir. 

Özgecan, medyaya yansımış haberlerden biri olduğu için bu kadar canımızı acıttı. Bizim ülkemizde bırakın kadına değer verilmesini, insana insan muamelesi bile yapılmıyor. Bilmediğimiz her gün, çocuk yaşta kızlar evlendiriliyor, hamile kadınlar şiddet görüyor, erkek çocuklarına tacizler yapılıyor.  


Sevgili Minik Perim;

Özür dilerim kızım, çok özür dilerim... Seni güzel bir dünyaya getiremediğim için özür dilerim. Seni canavarların yaşadığı, özgürlüğün olmadığı, yaşamın değersizleştirildiği bir dünyaya getirdiğim için çok ama çok özür dilerim....

Minik Peri'nin Annesi :( 
   

13 Şubat 2015 Cuma

Bir dikişte Bitti! (Bölüm II)

En önemlisi kendimi rahat ve güvende hissetmemdi. Beni deney tahtası gibi kullanmayacak, deneyim ve ön sezileriyle işini yapan birine ihtiyacım vardı. İskender Hoca, tam da aradığım kişiydi. Gözümden anlıyordu beni. Konuşmama bile gerek kalmadan çözüveriyordu durumu. Eh tabii hikayeyi yine kısmen anlattık. Yüzünü ekşiterek dinledi bizi. Mahkeme duvarı gibi soğuk ve duygusuz değildi. Bizim aileden biriydi. Çok üzüldü yaşadıklarımıza.

Beni muayene ettikten sonra, 4 yıl önce neden erken doğum yaptığımı açıkladı hemen. Servikal Yetmezlik. Genellikle genetik nedenlere bağlı bir durummuş. Rahim ağzının geniş olmasıymış. Gebelik esnasında bebek büyüdükçe ve rahme baskı yapmaya başladıkça vücut doğuma hazırlanıyor, böylece doğum başlıyormuş. Bu rahatsızlık ilk gebelikte kolay anlaşılabilen bir durum değilmiş.

Tedavisi, gebeliğin 12.hafta civarında rahme dikiş atmakmış. Peki garanti mi? Doktorumuza göre her dikiş tutmayabilirmiş. Dikişin kalitesi ve cerrah bu noktada çok önemliymiş. Tabii gebe de “oh nasıl olsa dikişim var bebeğimi tutan” deyip fıldır fıldır gezmemeliymiş. 

Yıllar önce teyzemin de hamileliğinin 5. ayında erken doğum yaptığını hatırladık. Tam sebebini bilmese de benim durumuma benzer bir durum olduğunu düşünüyoruz. İkinci kez hamile kaldığında ise 9 ay boyunca ayaklarını dikip yatmış! Hem de iki kere! Ne büyük fedakarlık ey güzel Allah’ım! 


Genetik mirası asla es geçmemek gerekiyor. Ailelerimizden bize geçebilecek her türlü rahatsızlığı önceden bilip ona göre önlemini almak zorundayız. Kendimizi ve çocuklarımızı seviyorsak eğer, bu onlara verebileceğimiz en büyük hediye. 

Ben dikiş yaptırmayı kabul ettim. Hatta bir an önce yapılması için doktorumu zorladım. Çünkü elimde bir garantim olsun istiyordum. Diğer hamileliğimden bir farkı olacaktı ve daha güçlü olacaktım. Çok hafif verilen bir narkozla genel anestezi oldum ve yarım saat içinde herşey bitmiş ve geçmişti. Ne öncesinde ne de sonrasında hiç bir şey hissetmedim. Hamileyken narkoz alımı elbette çok sağlıklı bir durum değil. Yalnız benim durumumda biraz nimet-külfet dengesi yapmanız gerekiyor. 

Başarılı operasyondan sonra, ayda iki kez İskender Hoca’ma sonsuz güvenerek gittim. Her gidişimde beni çok rahatlattı. Sizi anlayan bir kadın doğum uzmanınızın olması inanılmaz güzel bir şey. Onu bulduğumuz için ben ve eşim çok şanslıyız. Çünkü beni ikna ettiği gibi eşimin de kalbini fethetti hacamız :) Her kontrolümüzde en özel hastası olduğumu hissettirdi bana. Hamileliğimin çok güzel gittiğini, herhangi bir sıkıntı olmadığını, benim çok kuvvetli olduğumu, bu işi hepbirlikte mutlaka başaracağımızı, sonuna kadar gideceğimize emin olduğunu her fırsatta dile getirdi. Eşimle birlikte muayenehanesinden her defasında yüklerimizden arınmış bir şekilde gülümseyerek çıkıyorduk. 

Aylar geçtikçe koşa koşa gidiyordum bebeğimden haberler almaya ve hep gülümseyerek çıkıyordum. Benim hamileliğim esnasında annesini kaybetti biliyor musunuz? Ama buna karşın o güleryüzünü ve güven telkin edici babacan tavrını hiç bozmadan karşıladı bizi. “Aman ha çocuklar, kışa dikkat edin, çok acayip bir virüs var, nolur kalabalık yerlerden uzak durun, direk bebeği etkiler!” şeklindeki öğütlerini hiç unutmuyorum.

Ona bu blogda daha fazla yer vermeliyim. Çünkü bebeğimin şuanda benimle birlikte sağlıklı bir şekilde büyüyor olmasının en büyük yardımcılarından biridir İskender Hocam!


Yardımcı demişken, bir diğer büyük yardımcım da Sema Hanım’dır. Psikoloğum. Hani demiştim ya bu işin altından tek başıma kalkamayacağıma karar verdim diye, işte bu farkındalığımın sonrasında da bu konuda profesyonelleşmiş birisini aramaya başladım. Daha önceleri 7 denemem olmuştu. Evet evet 7 kere bu başıma gelen talihsiz olayı anlatmak ve her defasında da hıçkırıklara boğulmak zorunda kalmıştım. 

Çok değer verdiğim bir arkadaşım, hayatımın en önemli yerinde, çoğu zaman yaptığı gibi, bana yine bir el uzattı ve çıkmama yardımcı oldu içinde boğulmaya başladığım bu yoğun ve karmaşık duygulardan. Sema Hanım’la o tanıştırdı beni. 

Anne ve çocuk psikolojisi üzerine uzmanlaşmış olan Sema Hanım’a ilk ay haftada iki kere gittim. Sonra görüşmelerimiz daha seğrekleşti benim ilerleme kaydetmeme göre. Hamile olduğum için çok kolay değildi işi. Beni rahatlatabilmesi için önce çözmesi gerekiyordu. Ancak bebeğim içimde, hissettiğim her duyguyu, yaşadığım her üzüntüyü algılayabildiği için çok dikkatli davrandı danışmanım Sema Hanım bize. “Anneler benim için çok kutsaldır” dedi her gittiğimde. Tabii sonra öğrendim, kendisinin anne olamadığını, ve hiçbir zaman olamayacağını. Belki de bu yüzden uzmanlaşmak istediği alan bu yönde oldu, kim bilir? Ama kullandığı yöntemler ve sıcak kanlılığı sayesinde Minik Perim’i el birliğiyle sağlıklı bir şekilde dünyaya getirdik. Benim kızım onun da kızı sayılır artık. Karnımdayken tanıştığı Sema Teyze’sini her fırsatta ziyaret ediyoruz en güzel giysilerimizi giyerek :) 

İşte daha önce de söylediğim gibi, “Ben şimdi ne yapacağım?” şeklindeki endişleli bekleyişime bu şekilde son verdim. Ben bu bebeği istiyordum ve yine aynı şeyleri yaşamaktan çok korkuyordum. Bu yüzden neler yapabileceğimi düşündüm. İmkanlarımın el verdiği ölçüde ve çevremdekilere kulak vererek, beni 9 ay ayakta tutan etmenlere/kişilere ulaştım. Yardımlarımı aldım ve 39+5 haftalıkken Minik Perim’i sezeryanla dünyaya getirdim. 

Dikiş mi? Normal doğum yapmadığım için dikişler hala benimle :) 


Minik Peri’nin Annesi :)

12 Şubat 2015 Perşembe

Bir Dikişte Bitti! (Bölüm I)

Hani herşey Debbie Maccomber’ın Mucizeler Dükkanı isimli kitabı ile başlamıştı ya, işte onun ardından mucizelerle dolu günlerle de devam etti.

Hamile olduğumu öğrendim!!! 


Bu sefer şaşkın değil, endişeliydim. Evet ben ne yapacaktım? Nasıl koskocaman bir 40 hafta geçirecektim? Hatta geçirebilecek miydim? Çünkü hamilelik benim için 23 haftaydı. Gerisi imkansızdı. Boşluktu. Yoktu. Kimse beni inandıramazdı sonuna kadar gideceğime. Bir yandan çok mutluydum, bir yandan da “Ya yine aynı şeyleri yaşarsam?” sorusu hep kafamdaydı. 23 hafta boyunca her gün ama her gün sordum bu soruyu Allah’ıma. Fakat bu sefer daha farklı bir şekilde bekledim cevabımı. Nasıl mı? Anlatayım…

İnsan psikolojisinin bireyi ve yaşantısını değiştirebileceğine inananlardanım. Neyi, nasıl istersek, nasıl dilersek bir şekilde bize geri döner diye düşünüyorum. Kendi hayatımızı cennete de cehenneme de  biz çeviririz. 

Ben de kendi kendime şöyle düşündüm; belki bir daha aynı şeyleri yaşamayabilirim. Neden karnımdaki bu bebeği o düşüncelere ve korkulara mahkum edeyim ki? Onu, hiç bir suçu yokken endişelerimle boğmamalıyım. Bu yüzden, ya kendi başıma ya da profesyonel bir yardım alarak 9 ayı akıl sağlığım yerinde bir şekilde atlatmaya karar verdim. Kendimi yoklama sürecim kısa sürdü çünkü, hamileliğin de getirdiği hormonal dengesizlikle birlikte, bu işin altından tek başıma kalkamayacağımı anladım. Bu konudan bir sonraki yazımda bahsettim.

En önemli araştırmalarımızdan biri de, bir kadın doğum uzmanıydı. Tanıdık tanımadık herkese sorduk, internetten araştırdık, daha öncekileri gözden geçirdik… Burada malesef maddiyat da önemli noktalardan biri. Eğer her şey yolunda giderse 9 ay boyunca ve tabii sonrasındaki doğumu karşılayabileceğimiz bir doktor bulmalıydık.

İşte o günlerden birinde çok sevdiğim bir arkadaşım kuzeninin kadın doğum uzmanını tavsiye etti. İki düşük ardından başarılı bir doğum yapmıştı kuzeni. Doktorunu anlata anlata bitiremedi. İnternetten araştırdık ve riskli gebelikler konusunda da çok uzman bir doktor olduğunu öğrendik. O hafta birkaç doktordan randevu almıştık. İlki o doktordu. 

Sonuncusu da o oldu :)

Devam Edecek...

Minik Peri'nin Annesi :)

11 Şubat 2015 Çarşamba

Mucizeler... (Bölüm III)

Bu satırları yazarken aslında bir an önce bitmesi için dua ediyorum. Üzerinden 5 yıl geçmesine karşın, içim hala o günkü gibi acıyor. Size itiraf etmek biraz da olsa rahatlatıyor. Ama ben artık eski olduğum kişi değilim, bu bir gerçek! Bu süreçte en büyük yardımı eşinizden bekliyorsunuz. Çünkü o da sizin gibi bebeğini kaybetti. Ben şanslı eşlerdenim. En büyük destekçim oydu. Aylarca kendime gelemedim. Geceleri zamansız ağlama krizlerine tutuluyordum. “Canım çok yanıyor” diye eşimi uyandırıyordum. “Geçecek hepsi, sabret” diyordu sürekli. Gerçekten de öyle oldu. Geçti :)  


Gelelim her şey olup bittikten sonra bu durumun nedenine. 4 yıl boyunca gitmediğim doktor kalmadı. Hepsine aynı olayı devamlı anlatmak zorunda kaldık. Bebeğimizin raporlarını hastaneden alıp defalarca gösterdik doktorlara. En pahalısından en uygun fiyatlısına kadar… Benim doktorum, durumun ‘Koryoamniyonit’ten kaynaklandığını söyledi. Yani plasentanın iltihaplanması. Bu da erken doğuma neden olabilirmiş. Hatta plesantadaki iltahap kordonla bebeğe geçebilirmiş, o da hem bebeği hem de anneyi zehirleyebilirmiş. Yalnız ne bebeğin, ne de benim değerlerimde herhangi bir iltahap bulunamadı. Buna karşın o günden sonra antibiyotik iğnesi oldum bir süre. Ağızdan da antibiyotik kullandım ve üzerinize afiyet bir de kinolon gurubuna alerjim olduğu ortaya çıktı, dilim şişti, gözlerim kızarıp kaşınmaya başladı. Acile de gitmedim diyemem yani. Aman siz siz olun alerjiye dikkat edin. Her ilaç herkesde aynı etkiyi yaratmayabilir. Alerjiniz olduğunu anladığınız anda hemen hastaneye koşun ve cüzdanınıza alerjiniz olan ilaç gurubunun ismini mutlaka not edin!!! 

Mikrobu nereden aldığımı düşünmeye başladık. Gittiğim doktorlar tahlil sonuçlarına bakarken, bir yandan da bana “her yerden kapılabilir, bir de eşinizin antibiyotik kullanması gerek” dediler. Onu da yaptık. Bir de başka bir doktor enfeksiyon ihtimalini bir yana bırakıp, uterus anomalisinden (rahmin şekil bozukluğu) şüphelendi ve HSG denilen bir röntgen istedi benden. Normalde uyutularak yapılan bu işlemi ben anestezisiz yaptırdım. İşlem biraz can yakıcı. Rahme renkli bir sıvı enjekte ediyorlar ve o esnada röntgenini çekiyorlar. Uzunca bir süre bu ağrıya maruz kalıyorsunuz. “Benim ağrı eşiğim çok yüksek” demiyorsanız anestezisiz yaptırmanızı çok tavsiye etmiyorum. 

Sonuç; normal. 

4 yıl boyunca “Acaba bu mikrobu nereden kaptım?” sorusunu sormadığım bir günüm olmadı. Yeniden bebek sahibi olmaktan çok korktum. Yine aynı şeyleri yaşayacağımı düşündüm durdum. Çünkü nedeni hala belirsiz olan bir problemim vardı. Etrafımda benimle birlikte hamile kalmış ve sağlıkla bebeklerini dünyaya getirmiş arkadaşlarım vardı. Çocukları 4 yaşına gelmişti. Belki de bu yüzden onlara karşı bir hırçınlığım var hep içimde. 

Kendimi nasıl oyaladım bu süre zarfında biliyor musunuz? Bir dönem bankada çalıştım, olmadı. Hiç kafamdan gitmedi. Sonra kendi ilgi alanlarımı düşünerek teker teker kurslara gittim. Diksiyon, seslendirme, dans,… En sonunda da Mili Kütüphane’de görme engellilere kitap okumayı keşfettim. 

Hayatımda yaptığım en ruhumu doyuran şeydi! Herkese ama herkese tavsiye ederim. Mutlaka zaman ayırmalısınız! Size ayrılan stüdyolarda, sizin seçtiğiniz herhangi bir kitabı bitinceye kadar kayıt ediyorsunuz. Görevliler tarafından kontrol edildikten sonra, yalnızca görme engellilerin girebileceği web sitelerine aktarılıyor sesiniz. Yani sesiniz onların gözleri oluyor. Hayal dünyalarına yeni hayaller ekliyorsunuz. Sizin sayenizde her yazara/şaire erişebiliyorlar. 

İşte o kitaplardan biriydi beni yeniden hamile kalmaya iten. “Debbie Maccomber”ın “Mucizeler Dükkanı” isimli kitabı. Okuyanlar bilirler; dört farklı kadının hayatını anlatıyor. İçlerinden biri çocuk sahibi olmaya çalışan bir kadın. İşte beni etkileyen hikaye. Uzun ve hüsranla sonuçlanan denemelerle doluydu karakterin hayatı. Uzun uğraşlar sonunda herşey yoluna giriyordu. Çabaları beni kendime getirdi adeta. Sanırım utandım biraz kendimden. Kızdım bir de… Dünyada hamile kalmaya çalışan onca kadın vardı, bense hala kendimden emin değildim, aşamadığım geçmişim yüzünden hala sallıyordum bir mucizeyi dünyaya getirmeyi. 

O an karar verdim, yeniden anne olmaya adaydım!



Şimdi 8 buçuk aylık bir kızım var. Sanırım dünyada sahip olduğum en güzel şey. Benim mucizemin adı da “Minik Peri”!


Minik Peri’nin Annesi :) 

10 Şubat 2015 Salı

Mucizeler... (Bölüm II)

Böbrek sancısı olabilir dedi ilk başta doktorum. Neden erkenden doğum olsun ki? Bazen böbrek sancıları da doğumu başlatabilirmiş. Ama bu ihtimal biraz düşüktü, çünkü benim o güne kadar böbreklerimle ilgili hiç problemim olmamıştı. 

Gözüm hiç bir şey görmüyordu. Biri beni bu sancıdan kurtarsın ne olur!!! O an bebeği bile unutmuştum. Yalnızca anneme “Anne çok korkuyorum!” dediğimi hatırlıyorum o kadar. 

Doğumhane bembeyaz, buz gibi bir yer. Doğum yatağının malum sinir bozucu bir şekli var. Her şey yolunda gitmiş ve ben zamanında bebeğimi doğurabiliyor olsaydım, belki de o ortam bana daha farklı anlamlar ifade edecekti. 

Doktorun “Bağırma, ıkın!!!” çağrısıyla ne yapacağım hakkında hiç bir fikrim olmadan bir şeyler yapmaya çalıştım. Önce plasenta (bebeğin eşi), daha sonra da bebek doğdu. 23 haftalık olduğu için yaşama şansının çok düşük olduğunu söylemişlerdi. Tam bebek çıktığında yüzümü yan tarafa doğru çevirdiler. Hiç sormadım neden, ne oldu, ne yapıcaz şimdi diye. Sadece beni odaya geri götürsünler istiyordum. 

Ağlayarak çıktığımı hatırlıyorum ameliyathaneden. Annemi gördüm yine ilk, o da ağlıyordu! Anneler böyledir işte. Seninle gülerler, seninle ağlarlar, hayat boyu :) Sevgilerini belli etmeseler bile annedir onlar asla bitmeyecek bir yürek, bir kalp, bir omuz…


Ertesi gün, yine hastanede, beni bekleyen başka bir habere uyandım.  Bir mucize olmuş ve bebeğimiz yaşıyormuş!!! Bu çok az rastlanan bir durummuş ve kalbi 12 saattir atmaya devam ediyormuş. Yeni doğan ünitesinde küveze almışlar bebeğimizi. “Görmek ister misin?” dediler. Deliler mi ne? Tabiki de isterim! 

Minnacık parmaklar, ayaklar… 
(Şu an biraz duygulandım.. Sanırım bu kısmı kısa geçeceğim, özür dilerim…)

Yeni doğan ünitesinde çalışanlar hijyene son derece dikkat ediyorlar. Öyle de olması gerek. Çünkü içerisi dünyaya gelmek için acele etmiş bebişlerle dolu. Yalnızca anne ve babaya izin var. Onlar da önlük ve galoşlarla girebiliyorlar. Belli saatlerde izinle görebiliyorsunuz bebeğinizi. Kimisi emziriyor, kimisi yalnızca dokunmakla yetiniyor (benim gibi). 

Doktoruma neden böyle bir şeyin benim başıma geldiğini daha soramadan yeni bir durumla karşı karşıya kalmıştık. Şimdi ne olacaktı? 23 haftada doğmuş bir bebeğin yaşama şansı çok düşük. Yaşasa bile ilerde hem fizyolojik hem de psikolojik bir çok sorunla karşı karşıya kalabilir. Ebeveynler de yaşamları boyunca çocuklarının eksik hallerini tamamlamak için çocuğa fazla ilgi gösterecek ve dengesiz bir yaşam onu bekliyor olacak. Bu yüzden hep dualarımız, hayırlısı ne ise öyle olsun şeklindeydi. Nitekim sonunda da öyle oldu ve bebeğimiz 3 gün yaşadıktan sonra bize veda etti…

Devam edecek...

Minik Peri'nin Annesi :)


9 Şubat 2015 Pazartesi

Mucizeler… (Bölüm I)

Gündüz programları çok sıkıcı oluyor. Ben de çizgi film izlemeyi tercih ediyorum genelde. Çok eğlenceli oluyorlar. Ne ağlayan var, ne birbirinin arkasından dedikodu yapan, ne de çılgınca yarışmalara katılan. Herkes gülüyor. Tabii ben de…

O günlerden birinde yine yatağın en köşesine yastıkları sıralamış bir vaziyette Tom&jerry’i izlerken çok da anlayamadığım bir karın ağrısı başladı. Hiç şüphelenmedim çünkü hamileliğimin henüz 23. haftasındaydım. “Olsun” dedim, “ayaklarımı üşütmüşümdür”. Aradan 10 dakika geçti yine aynı ağrı. Bu sefer biraz meraklanmaya başladım. Bekledim. 1o dakika sonra yine ve sıklaşmaya başladı ağrının aralığı. Hastaneyi aradım, doktora ulaştılar. “Hemen gel” dedi.

Telaş yapmamaya çalışarak hazırlandım ve hastaneye gittim. Doktorum beni muayene ettikten sonra “Danışmaya git, kaydını yapsınlar, yatış yapacaksın!”



Evleneli 1 sene yeni olmuştu. İlk evlilik yıldönümümüzde hamileydim ve şaşkındım. Evet evet beklediğimiz bir haberdi hamileliğim ama yine de hayatımın bir anda değişmeye başlaması beni hem korkutuyordu, hem de bana çok yabancı duygular hissettiriyordu. İşte bu yüzden şaşkındım o sene. 

Erkek bebeğimiz olacağını öğrendiğimizde eşim “zaten bilindik bir haber” dercesine bakmıştı yüzüme. Çünkü ailelerinde hiç kız yok! Ben de belki bizimki kız olur umuduyla beklemiştim doktorun ağzından çokacak ilk harfi. Ama yine erkekti! Kendimi alıştırmaya çalışıyordum hem hamileliğe hem de oğlumun olacağına. Hep kız çocuğum olsun diye hayal etmiştim bunca sene. Ne kadar yanlış yapmışım. Halbuki “Allah’ım sağlıkla dünyaya zamanında getirebileceğim, sağlıklı bir bebeğim olsun” diye dua etmek gerekliymiş. 

Hamileliğim mide bulantıları ve kusmalarla başladı. Kafamı kaldıramadığım günler oluyordu. Yalnızca tuvalet ve yatak odasında geçen sıkıcı vakitler. Alt kattaki pizzacının buram buram yağ kokuları. Evin önünde akşam trafiğindeki sersemleten korna sesleri. Dur-kalk yapmak zorunda kalan arabaların balata kokuları. Allah’ım resmen cehennem ızdırabıydı! Yalan söylemeyeceğim; zaman zaman halime küfür ettiğim de olmadı değil. Çok pişmanım!!! 

4 ay sürdü mide bulantılarım ve aç kalma ayları. 4. aydan sonra aşk olsun beni tutabilene. Hep yedim yedim yedim… Hatırladığım tek şey yemek yemeye doyamadığım. “En rahatı 2. trimestr dönemidir” dediler, gezdim durdum. 

Ailem İzmir’de yaşıyor, uçakla bayramda yanlarına gittim. Eş dost beni ilk kez böyle görüyor tabii, herkes geldi, herkese gittik. Hava şahane, terasta göbeğime güneş banyosu… Açık havada yürüyüş… Vee tekrar uçakla Ankara…


Karın ağrılarımın sıklaşması yüzünden hemen odamı hazırladılar. 23. haftada hastaneye yatmamın İzmir dönüşümüzün tam ertesi gününe denk gelmiş olması bir tesadüf mü yoksa bu olayı hızlandıran bir durum mu hala bilemiyoruz ama “keşke”lerle yaşamamalıyız.

Hastanedeki ilk gece sancılarım çok arttı. Evet onlar sancıymış! Bebek gelmek istemiş. Doktorum serum bağlayarak kasılmaları azaltmaya ve bebeği içerde tutmaya çalıştı. Yalnızca 1 gece başarılı olabildik. Ertesi gün öğlene doğru benim çığlıklarım koridorlarda yankılanmaya başlayınca, yanımdaki hemşireler, ebeler, doktorum ve yeni doğan bakım ünitesi müdürü ile, doğumhanenin yolunu tuttuk... 


Devam edecek...


Minik Peri'nin Annesi :)

8 Şubat 2015 Pazar

Bu Da Benim Hatıra Defterim

Her şey annemin beni, 34 yıl önce doğurduğu gün başlamış. Kağıt kalemi eline alarak doğumu, beni, bana olan sevgisini, gelişim aşamalarımı, hastalıklarımı, çevremle olan iletişimimi ve tabii kendi yaşadığı sıkıntıları yazmaya karar vermiş. Bazen her gün, bazen de ayda bir kaç kere, benimle ilgilenmenin dışında, kendine ayırdığı vakitten çalarak yazmş. Kimseye söylemeden, yalnızca 30 yıl sonrasını hayal ederek yazmış. Hep düşüncelerinde bebeğinin büyüdüğü, kocaman bir kadın olduğu, onu anlayabileceği olgunluğa eriştiği yıllar varmış. Neredeyse bir boşluğu kafasında anlamlandırarak yazmış da yazmış… 



…ve hayatımı, sevdiğim kişiyle birleştirmeye karar verdiğim o gün, nikah masasında, nikah memurunun elinde ilk kez gördüm annemin hediyesini… Uzun yıllar yazdığı o güzel hatıralarla dolu defter! 

Beni bana anlatmış! Geçmişi hiç saklamadan, geleceği hayallerinde canlandırarak… 

Şimdi ben de bir anneyim :) Kızım 8 buçuk aylık. Doğumdan bu zamana kadar vakit nasıl geçti anlamadım. Annemin bana verdiği hediye şimdi en büyük yardımcım oldu. Onu takip ederek büyütüyorum kızımı. Kendimi okuyarak kendimden bir parça yetiştiriyorum bu zorlu hayata.  

“Doğumdan bu zamana kadar…” dedim farkettiyseniz; çünkü hamilelik sürecim hiç de kolay olmadı! İşte ben de bu yüzden yazmak istedim. Paylaşmak istedim yaşadıklarımı, deneyimlerimi, kızgınlıklarımı, sabırsızlığımı… Kısacası içimde kızımı büyütürken, içimdekileri nasıl söküp attığımı… Ona zarar vermeden nasıl sabırsızlıkla onu beklediğimi… 

Buraya yazarken hem kendimi hem de beni okuyanların içini rahatlatmak, biraz da yönlerini bulmalarında yardımcı olmak istiyorum. Yalnız olmadığınızı, bir yerlerde sizin gibilerin de olduğunu bilmenizi istiyorum. 

En büyük yön göstericim, annemin hatıra defteri sayesinde de kızımın gelişimlerini, bu aşamalarda ne gibi ihtiyaçları olduğunu, piyasada nelerin satıldığı ve keşke almasaydım dediklerimi sizinle konuşmak istiyorum.

Aynı annemin bana bıraktığı gibi; benden de kızıma bir anı kalsın bu satırlar. Belki 30 yıl sonra kızım devam eder bu satırlara, kim bilir??? 

Son olarak; beni, akıl ve ruh sağlığı yerinde, kendine güvenen, özgür ruhlu, saygılı ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, ülkesini her şeyden çok seven vatansever bir birey olarak yetiştirdiği için ANNEM’e çok TEŞEKKÜR EDERİM… 

“I’m a big big girl in a big big world…” 



Minik Peri’nin Annesi :)